Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Hayatı
Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri
Evliyalar Sultanı, Hazreti Pir, Seyyid, Şerif, Kutbul Aktab, İmamul Muttekin, Ğavs-us Sakaleyn, Ğavs-ul Azam, Muhyeddin, Bazullah-ul Eşheb Abdulkadir Geylani kaddesAllahu sirrahul aliyeh hazretlerinin soyu, anne tarafından Peygamberimizin sallâllahu aleyhi ve sellem torunu İmam Hüseyin radiyallahu anh hazretlerine, baba tarafından ise Peygamber efendimizin sallâllahu aleyhi ve sellem diğer torunu İmam Hasan radiyallahu anh hazretlerine dayanır. Mübarek babası Ebu Musa Cengidost, validesi ise Ummul Hayr Fatıma’dır. Babası isminden de anlaşılacağı gibi cihad ehli bir yiğit olduğu için kendisi ile ilgili çok malumat yoktur. Mübarek Anneleri Fatıma annemiz ise keramet sahibi bir evliyadır. Yağmur yağmadığı zaman halk, validemize gider, duasını isterdi. Validemiz avluyu süpürür: “Ya Rabbim ben süpürdüm Sen sula.” diye niyazda bulunur ve çok geçmeden yağmur yağardı. Hazreti Pir efendimiz, İran’ın Neyf kasabasının Geylan nahiyesinde dünyaya geldi. Ve ‘Geylani’ ismi bu köyden dolayı kendisi için kullanıldı. Bu köy İran’a yani Farslara ait olduğu için isminin dilimize ve Arap diline geçişinde değişimlere uğramış olması ve aslının Gilan, Keylan, Cilan olması da muhtemeldir. Sultan-ul Evliya Abdulkadir Geylani Hazretleri, henüz kundakta iken kerametleri dillerden dillere yayılmıştır. Bu kerametlerin en meşhuru, Ramazanı Şerif’te oruç saatlerinde süt emme-mesidir. Halk hilalden şüpheye düştüklerinde Fatıma validemize gelip: “Abdulkadir süt emdi mi?” diye sormuşlardır. Babası cihad meydanlarında olduğu için ev geçimini kendisi yapardı. Tarlayı sürer, ev geçiminde annesine bakardı. Bir defasında öküz ile tarlayı sürerken öküzün kulağının yanından: “Ey Abdulkadir, Sen Bu İş İçin Yaratılmadın!” diye bir ses duydu. Korkup eve koştu. Evin çatısına çıkıp oturdu. O esnada Rabbimiz Hazreti Pir efendimizin gözlerinden madde perdelerini kaldırdı. Hazreti Pir efendimiz, oturduğu yerden Arafat’ta vakfeye durmuş hacıları seyretti. Tekrar kendisini korku sarınca mübarek validelerinin yanına koştu. Fatıma annemiz hiç şaşırmadı ve: “Bir gün bugünün geleceğini biliyordum,” dedi. Hazreti Pir efendimizin eğitimini üzerine alan, aynı zamanda tanınmış büyük bir âlim olan dedesi Seyyid Abdullah es Savmai ile istişare sonucu o zamanın ilim merkezi olan Bağdat’a gitmesine karar verildi. Henüz çok genç olmasından dolayı Validemiz, Hazreti Pir efendimizin yol harçlığını, cübbesinin koltuk altına gizli bir cep dikip koydu. İlk kervanla yola çıktılar. Yolda bir gurup eşkıya kervanı durdurup yağmaladı. Aralarından birisi genç yaşta olan Hazreti Pir efendimize: “Ey genç! Senin malın mülkün bir şeyin yok mu?” dedi alaycı bir tavırla. Hazreti Pir efendimiz: “Evet, malım var şu cübbemin koltuğunda gizli cepte altınlarım var!” dedi. Eşkıya gülüp eğlenmek için Hazreti Pir efendimizi alıp reislerine götürdü. Tekrar aynı sorular sorulup aynı cevaplar alınınca, reisleri dedi ki: “açıp bakın doğru mu?” Gerçekten de gizli cebi açıp bakınca altınları gördüler. Reisleri: “Eğer sen bize söylemeseydin, biz, bu altınları bulamazdık. Neden söyledin?” dedi. Hazreti Pir efendimiz: “Annem bana dedi ki: ‘hangi hal üzere olursan ol doğruluktan ayrılma. Sakın yalan söyleme.’ Ben anneme hiç yalan söylemeyeceğime dair söz verdim ve bu yüzden size altınların yerini söyledim.” dedi. Eşkıyanın kalbi ürperdi bedeni sarsıldı: “Bu genç annesine verdiği sözü bozmayıp altınlarından vazgeçiyor, biz, Allah’a verdiğimiz sözü nasıl bozarız!.” deyip tövbe etti. Farkında olmasa da Hazreti Pir efendimizin irşadı başlamış oldu ve kendisi vesilesi ile tövbe eden ilk gurup bu eşkıyalar oldu. Bağdat’a varınca, yıllarca devrinin en büyük âlimlerinden, Fıkıh, Hadis, Tefsir gibi İslami ilimlerde dersler aldı. Yıllar sonra müctehid seviyesinde büyük bir âlim oldu. En meşhur Hocası Ebu-l Hayr Muhammed bin Müslim Ed-Dabbas, ilim için civar köylere, kasabalara, hatta başka illere giden ve bu sebeple bir müddet ortalıktan kaybolan Hazreti Pir efendimize: “Allah aşkına ey Abdulkadir! Senden daha âlim kimse mi kaldı ki gezip dolaşıyorsun?!” diye sitem ederdi. Önceleri Şafii mezhebinde olan Pirimiz, daha sonra Ahmed bin Hanbel Rahmetullâhi aleyh manevi âlemde kendisine: “Ey Abdulkadir, Mezhebim unutulmak üzere, Ceddin Muhammed Mustafa sallâllahu aleyhi ve sellem hürmetine benim mezhebime geç!” diye ricada bulundu. Hazreti Pir efendimiz, bu ricayı kırmayıp Hanbeli mezhebine geçiş yaptı ve artık medresesinde, Hanbeli mezhebi üzerine dersler verilmeye başlandı. İlim camiasında ise şu mesele ile ne kadar büyük bir âlim olduğu bilindi: “Bir adam şöyle bir yemin etti: “Eğer aynı esnada hiç kimsenin yapmadığı bir ibadeti yapmazsam, karım benden boş olsun.” dedi. Dedikten sonra pişman olsa da artık yemini yerine getirmeden hanımı ona helal değildi. Hangi ibadete yönelse, o esnada, o ibadeti yapan binlerce kişi olabilirdi. Bu adam, böyle bir ibadeti yerine getirmekten aciz düştü. Kapı kapı gezdi, birçok âlim ile görüştü, kimse derdine derman, sorusuna cevap bulamadı. Sonunda kendisini Hazreti Pir efendimize yönlendirdiler. Dergâha varıp yüz sürünce, Hazreti Pir efendimize sorusunu sorup derdine derman talep etti. Hazreti Pir, hiç düşünüp takılmadan bu adama: “Kâbe’yi Muazzama’ya gidersin. Hiç kimsenin tavaf etmediği bir esnada Kâbe’yi tavaf edersin. Böylelikle yeryüzünde hiç kimse senden başka o ibadeti yapmıyor olur.” buyurdular. Bu cevap Hazreti Pir efendimizin ne kadar derin bir ilme sahip olduğunu, aynı zamanda keskin zekâsını ve nur gibi parıldayan aklının habercisi oldu ve ilim dünyasında bir otorite olduğunu da kabul ettirdi. Hazreti Pir efendimizin hayatını dört safhada ele almak gerekir; 1. Çocukluk safhası ki biz bundan yeteri kadar bahsetmiş olduk. 2. İlim safhası ki bu meseleyi de yeteri kadar işledik. 3. Safhası Riyazet safhasıdır. Hazreti Pir efendimiz uzun yıllar Bağdat harabelerinde çile çıkarmıştır. Halvet ve riyazet üzere kalmıştır. O sıralarda pazarların artığı olan sebzelerden insanların yemeyip attığı kısımları yemişlerdi. Sadece ibadete ayırmış olduğu zamanını, dünya ile kirletmemişlerdi. Bu harabelerde kaldığı zamanlardan bir kesiti bize kendisi şöyle aktarır: “Ben ibadet ve taatla o kadar çok meşgul olurdum ki nefsim bana ‘yeter artık!’ derdi. O öyle söyleyince ben ayağı kalkar ayakta ibadetime devam ederdim. Ayakta yorulunca nefsim bana ‘yeter artık, otur!’ derdi ben de bu kez tek ayaküstünde dururdum.” buyurur. Çölde gezerken bazı dikenli otlara dokunur, bu otlar Allah’ın izniyle o mübarek elde lezzetli meyvelere dönüşürdü. Bir defasında: “Ben istemeden bir başkası benim ağzıma lokma koymadan bir şey yemeyeceğim,” demişti. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen bir şey yememişti. Artık açlık kendisine galip gelmiş yere yığılıvermişti. Bağdat’ta hem edebiyat âlimi olan, hem de evliyaullahın önde gelenlerinden olan, Ebu Said Mübârek Bin Ali El Mahrumi Rahmetullâhi aleyh, Hazreti Pir efendimizin yığılı kaldığı yere geldi: “Nedir bu nida ey Abdulkadir!?” diye sordu. Hazreti Pir efendimiz: “Nefsimin çığlıklarıdır!” cevabını verdi. Ebu Said kendisini alıp götürdü. Yemek hazırlatıp getirdi ve Hazreti Pir efendimize: “Buyur, yemek ye!” dedi. O esnada dahi Hazreti Pir efendimiz yemeyip: “Bana bir başkası eliyle yedirmeden yemeyeceğim diye yemin ettim!” buyurdu ve Ebu Said eliyle Hazreti Pir efendimize yemeğini yedirdi. Uzun yıllar Ebu Said hazretlerinin dergâhında kaldı. Bazen Şeyh Ebu Said öyle şiirler söylerdi ki Hazreti Pir efendimiz vecde gelir ‘sema’ yapardı. Bir defasında o cezbe halindeyken kendisini kaybetmiş, ancak günler sonra kendi kendine gelmişti. Daha sonra tarikat yolunda icazetini, Şeyh Ebu Said kuddise sirrahu’dan aldı ve o dergâh Şeyhinin vefatından sonra Hazreti Pir efendimize kaldı. Hazreti Pir efendimizin hayatının 4. Safhası olan irşad safhası başlamış oldu. “İlk vaaz kürsüsüne çıktığında zaten ilim dünyasında çok şöhretli olduğu için ve bir de uzun yıllar nefsini tezkiye ile uğraştığı bilindiğinden vaaz vereceğini duyan herkes dergâha doluşmuştu. Âlimler, dervişler, meşâyıh… Hepsi Hazreti Pir efendimizi dinlemeye gelmişlerdi. Vakit gelip Hazret kürsüye çıkınca, onca âlim ve meşâyıhın karşısında durup, konuşmadı. O esnada, Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem efendimizi gördü ve ona: “Ey evladım, neden konuşmuyorsun?” diye sordu. Hazreti Pir efendimiz: “Ey Dedem, benim dilim Farsçadır. Bağdat âlimleri karşısında nasıl fasih bir Arapça ile vaaz vereyim?” dedi. Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Aç ağzını.” buyurdular. Hazreti Pir efendimiz ağzını açtı, Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem efendimiz, ağzının balından yedi kez, Hazreti Pir efendimizin ağzına damlattı ve: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et.” diye nasihat etti. Bu yoğun maneviyat karşısında tekrar heyecanlanıp konuşamadı. İmam Ali kerramellahu vechehu efendimiz geldiler. O da altı kez ağzının balını Hazret’in ağzına damlattı. Yedinci kez damlatmasını istediğinde: “Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem efendimizi işaret edip edeben damlatmayacağını ima ettiler.” Bu manevi hava geçince Hazreti Pir efendimiz öyle bir vaaz verdi ki dinleyenlerin bir kısmı anlatılan hakikatler dehşetinden üstlerini başlarını yırttılar. Kimileri ağlıyor. Kimileri pişmanlığından kendini dövüyordu. Sohbetine yetmiş bin kişinin katıldığı olurdu. Şeyhinden kendisine kalan dergâhı defalarca büyüttüler, yine halk sığmayınca açık alanlarda sohbet vermeye başlamıştı. Bir gün açık alanda henüz sohbete başlayacaktı ki yağmur yağmaya başladı. Halkın bir kısmı kaçışınca, Hazreti Pir efendimiz, Huşu ve Tedarru’ içinde: “Ya Rabbim, ben toparlıyorum yağmur dağıtıyor!” diye niyaz da bulundu. Vaazu nasihat bitinceye dek yağmur sohbet halkası dışına yağıp, sohbet halkasına yağmıyordu.” Birçok talebesinin yanı sıra sayısız müridi vardı. Sevenleri o kadar çoktu ki ilk tarikat kurma payesi de Hazreti Pir efendimize nasip oldu. Bu sebeple, cümle tarikatların Pir’i Hazreti Pir efendimizdir. Sayılamayacak kadar çok menkıbesi, kerameti, ilim maceraları vardır. Onlarca eser yazmıştır. 91 yıllık ömrünü asırlardır unutulmayan ve kıyamete kadar unutulmayacak icraatlarla süslemiştir. Öyle ki; kendi zamanında Afrika ülkelerinden Hindistan’a kadar dergâhları medreseleri olmuştur. Toplamda 6 kez evlenmiş olup her evliliğini Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem efendimizin emri ile Saliha annelerimizle yapmışlardır ve bu annelerimiz, Hazreti Pir efendimize, her konuda destek olmuşlardır. 40 çocuğunun 27’si erkektir. Oğulları üç kısma ayrılmış; bir kısım zahiri ilimlerde âlim, bir kısım batıni ilimlerde meşâyıh, bir kısmı da cihat meydanlarında mücahit olmuşlardır. Vaktinin çoğunu medrese ve dergâhta geçirir, derslerin yanı sıra ümmet ile de ilgilenirdi. Haftanın belirli günlerinde sohbet halkaları kurardı. Müridlerinden bir kısmına bildiriler yazdırır, Bağdat sokaklarında afişe ederdi. Halkı içinde bulunduğu gafletten uyandırmak için her yola başvururdu. Müridlerine ‘fakir’ diye hitap ederdi. Bu fakirler, caddelerde, sokaklarda halk arasında gezer, esnafları ziyaret eder, çarşı pazar islamı tebliğ ederdi. İslamı yaşama ve yaşatmada o kadar maharetliydi ki devrin âlimleri Hazreti Pir efendimize ‘Muhyeddin’ yani ‘Dini Dirilten’, Kendisini dinleyen kişiyi ikna etmede o kadar yetenekliydi ki kendisine ‘Bazullah ul-Eşheb’ yani ‘Allah’ın Avını Kaçırmayan Doğanı’ derlerdi. Müridleri kendisine: “Sultanım siz kutupluk derecesine erdiniz mi?” dediklerinde “Haddinizi bilin! Kutuplar benim ancak hizmetçilerimdir.” buyurdular. Gerçekten de kendisine hizmet eden, hem oğlu hem de müridi olan Şeyh AbdurRezzak, bir gün babasına: “Şeyhim, kişi kutuplar arasına karıştığını nasıl bilebilir?” diye sordu. Hazreti Pir efendimiz tebessüm ederek: “Ey fakir, kutup odur ki başını kaldırınca takkesi Sema’ya değer.” buyurdu. Şeyh AbdurRezzak: “Bu olacak iş mi!” diyerek hayretle başını kaldırınca baktı ki takkesi Sema’ya değiyordu. Büyük oğlu Şeyh AbdulVehhab, Hazreti Pir efendimizin son vasiyetini bize şöyle aktarıyor: “Arkadaş (mülayim, tatlı sözlü, kibar ve nazik) olunuz… Arkadaş olunuz…” Rabbim dünyada himmeti aliyelerine ahirette şefaatlerine nail eylesin. Âmin.
Evliyalar Sultanı Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri şiir yazmayı da okumayı da severdi. Sözlerinde manevi kudretinin aşkınlığını gösteren nice çarpıcı manalar vardır. O geçmişteki ve gelecekteki hiçbir evliyanın varamayacağı makamlara varmıştır. Bir veli Hazreti Hızır’ı görüp Abdulkadir Geylani’nin makamını sordu Hazreti Hızır ‘Bu gök kubbenin altında Aşıklık makamında O’nun bir ikincisi yoktur. Eğer ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa, insanlar ve cinler yazıcı olsalar O’nun vasıflarından bir vasfı anlatmaya güç yettiremezler.’ buyurdu. Hazreti Pir Efendimiz bir şiirinde şöyle söylemiştir.
Ben ki Hüseyniyim, hazinedir durağım
Cümle erenlerin boynundadır ayağım…

