Tarikat Nedir
Tarikat
Tasavvuf ve Tarikat aynı sanılsa da birbirinden ayrı kavramlardır. Tarikatın tanımını yapmadan önce bu ayrımı belirtip aydınlatmak isteriz. Tasavvuf aşk ise Tarikat bu aşkın okuludur. Belirli bir sisteme tabidir. Bu sistem ve yapılanma ise manevi bir hiyerarşi ile ilerler. Buradaki hiyerarşi sanıldığı gibi kişiler arası değildir. Kişinin, kendi içindeki hiyerarşisidir. Tarikat dilinde ‘makam’ denir. Kişinin, yani müridin bir makamdan diğer makama geçmesidir. Burada yine insanların yanıldığı çok önemli bir noktaya değinmekte fayda vardır. Hal ile makam; Hal kişinin hissettiği duygular gördüğü rüyalar gibi geçici manevi lezzetlerdir. Makam ise bir terakkinin yani bir vuslatın olduğu yerdir. Ve ikisi arasında büyük farklar vardır. Duygular geçicidir, makamlar kalıcıdır. Bazen bir mürid çok büyük manevi duygular yaşayabilir, bu ise genelde geçicidir; Fakat bu yaşadığı duyguyu bir makam telakki ederse, o zaman bu telakki onun felaketi olur. Mesela, padişah çok meraklı ve istekli birini bir süreliğine tahtına oturtur, bu kişi, ne o tahtta otururken, ne de o tahttan indikten sonra o devletin sahibi olmaz. Fakat sırf bir süreliğine bazı duygular yaşadı diye kendi padişah ilan ederse hem komik duruma düşer hem hakiki padişahların maazallah ğadabına uğrar. Bu konuyu açmamızın sebebi budur. Tarikat yolu, kişinin bir şey olma iddiası değildir, ‘Hiç’ olma çabasıdır. Büyüklerin halini yaşadığını sanıp kendini büyük görme! Hem sapıtır, hem de saptırırsın. Tarikat, Hazreti Pir Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin açmış olduğu bir kapıdır ki bu kapıdan girenler vuslata ererler. Hazreti Pir efendimizin öncesinde tasavvuf vardı; fakat tarikat yoktu. Tasavvuf, daha çok bireysel ve evrensel bir eksende yaşanırdı. Zamanla İslam coğrafyası genişledikçe farklı meşrep ve kişiliğe sahip kimselerde İslam’a girmiş oldu. Farklı meşrepteki insanların tasavvufi eğitimi de farklı olmalıydı. Tasavvufun cemaatleşerek yaşanması kaçınılmaz olduğundan Rabbimiz bu görevi Hazreti Pir efendimize verdi. O, bu kutlu yolun pratiğe nasıl döküleceğini, bu yolun kurallarını, ritüellerini ilk belirleyen kişi oldu. Zikir halkaları, rabıta, mürşide intisap, edepler ve tarikatın edepleri gibi konular işlendi. Bu konular daha önce de vardı; fakat bu çerçeve bir sistem üzere inşa edilmemişti. Bu sisteme ‘usuller’ dendi. Tarikatlar, kendi usul ve kaidelerine göre işler. Bu kaideler açık ve belirgindir. Tasavvufi bir hayat yaşamak isteyen kişiler, tarikatın usul ve kaidelerine bakarak kendilerine en uygun yolu seçerler. Kavramları önce duyguya, sonra ahlaka dönüştüren tarikat yolu, hayatın özü olan ilahî aşkın yola dönüşmesidir. Bu yol; gönlü Rabbine susamışların, doğru bir kadeh ile vuslat şerbetini içtiği yoldur. Dünya çölünde dünyanın serap mahiyetindeki ziynetlerine kanmayıp hakiki hayatı isteyenlerin yoludur. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerimde: ‘Nefsini tezkiye eden kurtulur.’ buyurmaktadır. Kişinin kendi kusurlarını görüp bu kusurları tedavi etmesi, bir hastanın kendi hastalığını teşhis edip, ameliyat etmeye çalışması gibidir. Bu ameliyat kurtulmaya değil; intihara yöneliktir. Aynı şekilde kişi imanını tek başına gerek çevresel etkenlerden gerek kendinden koruması da imanının intiharı olur. Bu sebeple; mahir bir doktor olan mürşidi kâmile ihtiyaç duyar. Mürşidler, müridlerinin manevi doktorlarıdır. Nefsi tezkiye etmede müçtehid imamlardır. Nefsin mertebelerini, kalbin merhalelerini, ruhun ihtiyaçlarını bilip, her hale uygun reçeteyi sunanlardır. Mürid ise Rabbine âşık kuldur; fakat bu aşkı nasıl yaşayacağını bilmez. O, aşkı, hep arar durur. Kamil bir mürşid ile tanışmadan önce bu aşkı madde de arar, Evde arar, işte arar, çarşıda arar, pazarda arar… Her şeyde bu aşkın izini sürer; lakin hiçbir şey ona yeterli gelmez. Eğer kaderi yüzüne gülerse bir Mürşid ile tanışır, onun nasihatleri ile yolunu bulur, nazarı ile kalbi sekinete erer çünkü Mürşid nazarı Allah’ın nurudur. Onun yanında dertler unutulur, zira mürşide bakmak Allah’ı hatırlatır, zaman kavramını kaybeder ve suyu bulan balık gibi nefes almaya başlar. Huzur ve rahatın gerçek manasına erer. Bu lezzeti almamış olan bu muhabbeti nasıl anlasın? Artık sen böyle bir abı hayat pınarına varırsan orada edeple dur, sakın nefis ve şeytan seni ayartmasın. Talih kuşu bu pınarın semasında gezer. Nasibini al, nasipsiz olma. Sultanlar sarayın dışında tebdili kıyafet gezerler ki halk onlardan ürkmesin de dertlerini neşelerini paylaşabilsinler. Sen kıyafete bakma, o kıyafet içinde ki sultana bak. Rabbim, kalbimizi, muhabbeti ve marifeti ile nurlandırsın. Bizlere dünyada takva, ihlas ve zühd ihsan eylesin, ahirette ise affı ve mağfireti ile karşılayıp cemali ile müşerref kılsın. Âmin. Tarikat ehli olunca artık senin en güzel övgülerle Rabbine hamd etmen yaraşır. Artık sen yeniden doğdun sayılır, sana yeni bir ömür verildi. Senin yönün bütünüyle ilahi aşkın mübarek ateşi ile nurlandı. Rüzgar önünde değil ardında kaldı. Tevazü ile yürüdüğün bu yolda her an yeni güzellik bahçesine uğrarsın. Gönlünde bahar esintileri ruhunu okşar. Rabbine meftun ihvanlar ile zikir halkalarında doya doya hasret giderirken, sohbet meclislerinde aklının karmaşıklığından kurtulur şeytanın tuzaklarından korunursun. Her kişi seni kendi için isterken tarikat kardeşlerin seni senin için isterler. Her kişi senden ne menfaat elde edeceğini düşünürken bu aşk yolunda herkes birbirine merhamet ile bakar. Sen seni kıskanan veya senin kıskandığın, seninle yarışan veya kendisi ile yarıştığın kişilerden kurtuldun. Artık birlikte hayırlı işlerde cennet nimetlerinde nasip aradığın bir ortamdasın. Artık buluşma mekânı çarşı pazar değil dergâhtır. Eğlencemiz günahlar değil zikrullahtır. Amaç dünya değil Allah’tır. Ne mutlu bir yol… Ne mutlu bir yolcu…

